|
SANAT ve SİNEMA
Sanatın en basit ve
kullanılan tanımı hoşa giden biçimler yaratmak gayretidir. Bu biçimler
bizim güzellik duygumuzu okşar ve güzellik duygumuzu okşayan da
duyularımız arsındaki biçim bağlantılarının birliği ve ahengidir.
Genel bir sanat
teorisi şu düşünce ile başlamalıdır, İnsan duyularının önüne konan şeyin
biçimine, yüzeyine ve kütlesine göre davranır. Nesnelerin biçim, yüzey
ve kütlesinin belli ölçülere göre düzenlenmesi hoşumuza gider, böyle bir
düzenin eksikliği sıkıcı olabilir.
Güzellik duygusu
hoşa giden bağlantılar duygusudur. Güzellik için yapılan tanımlar çok
fazladır, fakat en önemlisi fizik tanımıdır.
Güzellik,
duyularımız arasındaki biçim bağlantılarının birliğidir. Bu temele
dayanarak kuracağımız bir sanat teorisi, herhangi bir sanat teorisinin
gerektirdiği derecede geniştir.
Sanatta üç basamak
vardır
1 - Maddi
özelliklerin algılanması renkler, sesler, hareketler ve bir çok karışık
ve tanımlanamayan fiziki dış tepkiler.
2 - Bu gibi
algıların hoşa giden biçimler ve kalıplara dökülmesi.
3 - Algıların
düzenlenmesinin daha önceden var olan bir duygu veya heyecan durumuna
uydurulmasıdır. O zaman duygu veya heyecan ifadesini bulmuş olur.
Sanatın amacı duyu,
algı ve heyecanlarımızı başkalarına ulaştırmaktır. Güzellik ise bazı
biçimlerin bize verdiği duyuştur. Sanatçının biçimi yaratırken
başvurduğu düzen veya dizginlenme de kendi başına bir ifade tarzıdır.
Ölçü denge, ritim ve armoni gibi terimlere ayrılabilen biçim aslında
sezgiye dayanır. Sanatçı çalışırken, biçimi sadece zihinsel bir gayretle
meydana getirmez; onu, heyecanlarını yönelterek ve sınırlayarak bulur
demek daha doğrudur. Sanatı, ‘biçim verme isteği’ diye tanımladığımızda
sadece zihinsel bir çalışmayı değil, tamamen iç güdülere bağlı çalışmayı
düşünmemiz gerekir.
Geometrik orantılar
olgun bir ahengi elde etmek için bin bir düzene sokulabilir. Bu sonsuz
düzenlerin insandan insana değişmesi sanat eserinin bütün ahengini
mekanik bir izaha bağlama anlamına gelmez. Ölçüler eserden esere
değişmese bile onların iyi bir etki yaratması sanatçıdan duygu ve sezgi
ister.
Bir sanat eserini
çözümlemek için değişik yollar vardır. Belli bir resmin fizik
elemanlarını alır, bunları ayırıp tek veya birbirleriyle olan bağlarına
göre inceleyebiliriz. Böyle beş eleman vardır.
Çizginin ritmi,
biçimlerin yığılması, mekan, ışık, gölge ve renk.
Biçim bir dış-çizgi
ile sınırlanacak ve bu çizginin cansız kalmaması için kendine göre bir
ritmi olacak. Biçim yığılması, mekan, ışık ve gölge birlikte
incelenmelidir. Hepsi sanatçının mekan duygusunun çeşitli yönleridir.
Kütle somut mekandır; ışık-gölge, kütle-mekan ilişkisinin sonucudur.
Resim çerçevesinde
ton değerlerini ise kabaca iki madde ile açıklayabiliriz.
1 - Nesnelerin
maddeleri ve aralarındaki uzaklığa göre değişen koyulukları bakımın- dan
birbirleriyle olan bağıntıları ve tam rölyefleri, gölgelerin resmin esas
ışığıyla olan bağıntısı.
2 - Aynı ışığın
sadece değişik dereceleri gibi görünecek şekilde gölgelerin renkleri ve
ışıkların rengi arasında tam bir bağıntı kurmaktır.
Sanatçı eşyaları
ışık ve gölge içinde görmeye başlayınca çeşitli renklerin çerçevenin
esas ışığına nispetle ton değerlerini ve canlılık değerlerini hesaba
katmak zorundadır. Bunun için renklerin belirli bir düzene uydurulmaları
gerekir. Çerçevenin hakim tonu seçilir ve bütün diğer renkler bu hakim
tonun atında veya üstünde belli bir uzaklıkta yerleştirilir.
Kusursuz bir sanat
eserinde bütün elemanlar birbiriyle bağlıdır; bunlar birleşerek bir
bütün kurarlar; bu bütünün değeri ayrı ayrı elemanların değerinden daha
üstündür.
Sanatçıyı ve hepimizdeki sanat ruhunu kendini örneklerle anlatmaya
götüren psikolojik sebepler fizyoloji yolu ile pekala aydınlatılsa bile
yine de karanlıktır. Sanatçıda keskin bir zeka olmasa bile seçkin bir
duyarlılık olmalıdır.
Giysi
Tasarımı: Sahne Kostümleri Üzerine Değinmeler
Sahne Kostümü,
görsel sanat sahnelerinde ya da kamera önünde bir gösteriyi sunarken
giyilen giyimler ve aksesuarlardır.
Gösterilerde çoğu zaman önemli bir görsel unsuru yerine getirirler.
Her oyunda seyirciye yansıyan kostüm tasarımı aysbergin görülen
kısmıdır. Oysa yapılan iş hiç de öyle kolay, çarçabuk yapılabilinen bir
iş olmadığı gibi, klâsik terzilik hiç değildir.
Dışardan bakılınca kimileri çok kolay bende yaparım ya da eleştiririm
demesine karşın işin içine girildiği zaman, zorlukları daha iyi
anlaşılacaktır.
Sahne Kostümünü tasarlarken, oyuncunun oynadığı role göre rahatını
sağlamak çok önemlidir. Oyuncu çok hareketli bir rolü oynuyorsa
giyiminin tekniğini ve kullanılan malzemenin hafifliği onu çok
rahatlatır. Kostümü tasarlarken onun uygulamasının ve korunmasının nasıl
gerçekleşeceğini kesinlikle göz ardı etmemek gerekir.
Böyle bir bilgi birikimine zaman içinde deneyimle sahip olunsa da, genç
tasarımcıların, şimdiden dikkat etmesi gereken önemli bir işleyiş
gerçeğidir.
Erkek oyuncular, genellikle kadın oyunculara göre daha rahat kostüm
taşırlar ve biz kostümcülere daha saygılıdırlar, üstelik teşekkür
etmesini de bilirler. Onlar için daha zayıf görünmek gibi bir sorun
olmadığı için zorluk çıkartmazlar. Sahne üstündeki bazı kadın oyuncular,
oyunculuğun yanısıra fiziksel görüntüleri ile de sorunu yaşamayı çok
sevmezler ve sizi çoğu zaman sihirli değnek olarak görürler. Hatta
kimisi sizi kendi özel terzisi bile sanıverir. Arasıra size sormadan
kostümü kendine uyarlayıvereni de olur.
Bu gibi durumlarda iyi bir kostümcü olmak her zaman yeterli
olmayabilir. Çok sabırlı olmak sizi daha üstün vasıflı bir kostümcü
yapar.
Kostüm tasarımı, eleştirel gözlere göre çoğu zaman kendi misyonunun
dışına taşar, hanım köşe yazarlarının kimileri ( kostümün kullanımı,
korunması projenin bütünü v.b..) etmenleri göz ardı eder, onu giyim
olarak değerlendirir ve eleştirmeye yeltenirler. Bu tür durumlarda bizim
yazarın, eleştirmenin kimliğini iyi bilip ona göre algılamamız gerekir.
Kostümcülük sanatına
gönül veren gençlerin, giyim kuşam tarihi bilmenin yanısıra, dönemin
tavır ve görenekleri hakkında bilgili olmaları, uygulamanın yapıldığı
gösterinin dramaturjik yapısını irdelemeleri açısından büyük önem taşır.
Dramaturjik yapı, size kostüm tasarımını gerçekleştirmek için, yardımcı
olan öğelerin başında gelir.
Kostüm-Drama:
Dönem filmleridir. "Kostüme Film" de denir.Son yıllarda sıkça
izlediğimiz, Thomas Hardy,
Jane Austen ya da Edith Warton gibi yazarların kitaplarından yapılan
uyarlamalar bu türün içine girer. İyi bir "kostüm-drama" filminin en
büyük özelliği konu aldığı dönemin zaman ve mekân duygusunu en iyi
şekilde izleyiciye aktarmasıdır. Ayrıntılı dekor ve kostüm
çalışmasıyla hikâyenin geçtiği dönemi perdede adeta yenidenyaratırlar. Anlatılan hikâyeler ise o dönemin insanlarının
yaşayışlarının, değer yargılarının, düşünce tarzlarının izleyiciye
iletilmesine aracılık eder. Konu edilen belli bir sınıfa ait küçük
bir grup da olsa; onların yaşayışlarını ve ilişkilerini seyrederek, o
sınıfın o dönemdeki yaşam tarzını, ahlâk anlayışını, düşünce yapısını
öğreniriz.
Kostüm-drama türünün düşük bütçeli, daha çok kapalı mekânlarda geçen,
az sayıdaki insanın ilişkilerine odaklanan filmleri olduğu gibi; daha
yüksek bütçeli, büyük bir prodüksiyon gerektiren, dönemin tarihsel
gerçeklerini arka fonuna almış, epik örnekleri de vardır. James Ivory
bu türün en güzel örneklerini vermiştir. Manzaralı Oda (A Room with a
View, 1986), Howardların Sonu (Howards End, 1992), Günden Kalanlar
(Remains of the Day, 1993) gibi filmler kostüm-drama türünün başarılı
örnekleri arasındadır. Ang Lee'nin Aşk ve Yaşam'ı (Sense and
Sensibility, 1995), Martin Scorsese'nin Masumiyet Çağı (Age of
Innocence, 1993) ve Terence Davies'in Keyif Evi (House of Mirth,
2000) ise son yılların akılda kalan kostüm-drama filmlerindendir.
|