ANNA KARENINA’YI GÖRMEK, İZLEMEK VE SEYRETMEK
Önümüzdeki haftalarda gösterime girecek bir film, Anna Karenina. Hepsi bu kadar mı? Bir dünya klasiği…
Joe Wright, dünya sinema tarihinde sayısız edebiyat uyarlaması varken neden bir yenisini eklemek ister? Hem de en klasiklerinden birisi olan Anne Karenina’yı?
Anne Karenina çok büyük bir roman, harika bir eser. Eser, yazarının ulvi amacına hizmet ederken aynı zamanda okuruna da harika bir yol göstericidir. Tüm klasik methiyelerin yanı sıra Joe Wright’ı ve filmin tasarımcılarını kutlamak gerekir ki önlerindeki muhteşem fırsatı tepmemişler.
Tiyatro sahnesini gösteren planla açılan film, izleyenine “tiyatro eseri” sunacağını ima ederek başlıyor. ( Gerçekçilikten uzak, teatral, yoğun biçim denemesi vb eleştiriler bu yüzden bana kalırsa önemsizleşiyor). Çok geçmeden tiyatroda kullanılan pek çok tanıdık durumlar sinemasal estetikte karşımıza çıkıyor. Danslara yapılan vurguları, oyuncuların -özellikle bazılarının- teatral mimiklerini ve ışık tasarımı gibi sinemanın plastik unsurlarını izleyenin gözüne sokup, sahne geçişleri ve mekan tasarımı gibi unsurları da sinemanın olanaklarıyla o kadar ustaca harmanlanmış ki…
Sınıfsal farkları, dönemin Rusya’sı ekseninde politikanın önemi, aşk, evlilik ve ülke sevgisi gibi pek çok temayı dozajında kullan senarist, ”Zaten herkes bu romanı yazıldığı gibi anlatabilir. Bir de benden dinleyin. Romanı bilmiyormuş gibi izleyin” diyor.
Yeniye alışmak zaman alır, ve her zaman eskiler özlenir. Bu yüzden de pek çokları Anna Karenina’yı pek beğenmeyeceğini düşünüyorum. Abartılı, fazlalıkları olan, gereksiz numaralara başvuran bir film olarak görmelerini anlayışla karşılıyorum ama her şeyi olduğu gibi gösteren ve birbirlerine benzeyen filmlerden sıkılmadık mı? Anna Karenina bu yüzden önce izlemeyi, sonra görmeyi ve sonra da seyredilmeyi hak ediyor. Rusya’da geçen bir filmin tüm karakterleri İngilizce konuşsa da…
Alpgiray M. Uğurlu
