SİNEMA YAZILARI

THE TRUMAN SHOW  Erdinç Metin

"KARŞI KAHRAMAN" LIĞA SOYUNAN BİR LO(O)SER VE İKTİDARIN BİR DÜNYA KURARKENKİ   VURUCU GÜCÜ;   DİZİ FİLM.

"Dünya'nın sonu gelene kadar haber vermeye devam edeceğiz.
O gün geldiğinde de insanlığın sonunun geldiğini de haber yaparak ve 'Allah'a kavuşmaya gidiyoruz' diyerek yayınımızı kapatacağız"

Ted TURNER - CNN Patronu

Çeşitli dünya ülkelerinde çalışan CNN muhabirleri kendilerine tanınan bazı ayrıcalıkların keyfini sürerler.
Resmi görevlilere röportaj isteklerini kabul ettirmekte zorluk çekmezler ve diğer basın mensuplarının girmekte güçlük çekecekleri yerlere kolaylıkla kabul edilirler. Enver SEDAT suikastını yaşı uygun olanlar hatırlayacaktır;1981 yılındaki bu olayda CNN,olayı ve gelişmeleri,neredeyse "sıcağı sıcağına" kapsamlı bir şekilde aktarmış,gerçek bir olay hemen hemen tüm dünyada canlı bir şekilde izlenmişti.Bu olay o yıllarda henüz gelişmekte olan beynimde "bir diktatörün öldürülmesi"nden başka bir iz bırakmamıştı.Oysa yıllar sonraki anlamı bambaşkaydı işte!
Körfez savaşından önce de,kayıt anlamında,benzerlerine (Kennedy suikastı vb. /bu konuda yanılıyor olabilirim;çünkü şu anda,izlediğim görüntülerin o an'ın çekimleri mi yoksa uyarlama filmlerde gördüklerim mi olduğunu çıkaramıyorum.) rastlansa da bunlar günümüz ölçeğindeki denli "canlı" ya da eski deyimle "naklen"  görüntüler olmadığından dünya çapında izlenen haberler ve böylece uluslararası değildi. Arkasından,1985 yılında Beyrut'ta hava korsanları tarafından bir uçağın kaçırılması ve olayı takibeden gelişmeleri izledi dünya.1986'da uzay mekiği Challenger'ın kalkıştan kısa bir süre sonra havada infilak  etmesi canlı olarak yayınlanırken,gösteriyi izleyen Amerikalılarla birlikte şoka giren yine tüm dünya idi.
CNN'e büyük prestij sağlayan olay ise 1987'deki Kara Pazartesi olayını önceden tahmin etmeleriydi.
Çin'deki öğrenci olayları,Berlin Duvarı'nın yıkılışı,Moskova,Polonya,İsrail ve Güney Afrika'daki olaylar naklen ve kapsamlı bir şekilde yayınlandı.(Güzel pasları için basketçi Emir Turam'a teşekkürler ;o şimdi iletişimci... ) 
Ancak yine de bunlar haber niteliği taşıyan haberlerdi;tüm insanlığın vicdanına yönelen trajediler olabilmesi için birkaç yıl daha beklenecekti.Körfez Savaşı'nın naklen yayını ile başlayan trajediler 1992 ve 1994'te Sarajevo,1999'da ise Kosova'dan "oturma odalarımıza konuk" olacaklardı...
ABD ve Müttefik güçler Kuveyt'i işgalinden dolayı Irak'a,yani Saddam'a,aslında ise 20 yıldır sürüpgelen savaşlardan dolayı bitap düşmüş Irak halkına karşı saldırıya geçecek,ve /fakat/ancak, "ola ki bir toplumsal muhalefeti azdırabilirim" düşüncesi de geri teperek diktatör Saddamın iktidarının sağlamasını yapmaktan başka bir işe yaramayacaktı;sanki,yıllar sonra şimdi Kosova'da olanları haber verir gibi !...   Körfez Savaşı dünyanın imgeleminde bir fotoğrafla yer edecekti ama bu fotoğraf, (tahmin edeceğiniz gibi) ”petrole bulanmış karabatak”ın fotoğrafı olmakla birlikte; savaşın fotoğrafı değildi ve/çünkü savaştan bir an'ı göstermiyordu;hatta zaman bile, hatta mekan bile yanlıştı.(çünkü,daha sonra,bu görüntülerin;olaydan 10 yıl önce Normandiya-Fransa kıyılarında Bretagne bölgesinde bir çevre felaketine kurban giden bir karabatağın görüntüleri olduğu ortaya çıktı ) Ancak bu ilk naklen yayınlanan savaş,herşeye karşın,dünya kamuoyunun bilincini,her savaşın yaptığı gibi ama çok daha derin bir etkiyle bir kez daha sakatlamaya yetti de arttı bile!

Fotoğraf ;çagdaş yaşamının başlamasıyla birlikte,insanın mitos'larının cismanileşmesinde bulunmaz bir fırsattı,çünkü belleklerimiz giderek ağız/kulak araçlarıyla şekillenmekten çıkıp göz/beyin ilişkisine evrilmekte,bir başka deyişle bilgilerimiz (hem vukuf, hem malumat) "kulaktan dolma" olmaktan çıkıp "gördüğüme inanırım"dağarcığımızın kilerine tıkıştırılmakta ve artık,anı' lara dönüşen an' larımız görüntülerle sabitlenmekteydi. 
Dolayısıyla zamanın aşındırmasından azade bir ikon haline dönüşen imgeler bizi birer “imge keş’i" haline getirmekteydi.Yine de gördüklerimizin bile birer yanılsama olabileceğini;bize ihanet edeninse gözlerimiz olmadığını anlamak için hayli zaman olması gerekmekteydi.
Yaşanan çağın ne çağı olduğunu kestirememe çagı'na girmiş bulunmaktayiz. Günümüz toplumu artık fotoğrafı tüketmeyi bitirmiş,(ikonçağ sürmekle birlikte), videoclip'leri tüketmeye başlamıştır.Yine Körfez Savaşı'ndan başlayalım; artık,yeni "mal" ; gece karanlığında,gece görüş cihazlarıyla çekilmiş,bombalanan Bağdat görüntüleri olmuştur;Hutu Kabilesi'nin Tutsi'lerin kafasını tuğlayla ezmesini “sarar" olmuştuk;artık,etnik türküler eşliğinde Mostar Köprüsü'nün yıkılışı'ydı son turdan bir evvelki “duman".
İçimize çekip bırakmadığimız son ve tuttuğumuz "nefes" Kosova olacakmış bilmedik!
Nasıl oldu da bu hale düşe-gele-bildik ?
Ne oldu da yüzümüze karşı İğrençsiniz ! diye haykıranların artık gözlerinin içine bakamaz hale geldik ?
Donacak kanımız olmadığı için mi donup kalmamıştık "araya savaş girdi" dediğinde Kanal D Çarkıfelek Yarışmasını sunuyorken;cıvık,yapışkan Mehmet Ali Erbil ? Oysa artık neredeyse en ateşli savaş karşıtlarının bile çözüm olur umuduna kapıldıkları Nato harekatı başlıyordu Kosova’ya işte.
Fazla mı çekmiştik ,yoksa kullandığımız “mal” mı kalitesizdi ya da daha da kötüsü; suçortakları mıydık, bütün bu anamızı beceren kadıların ?
Ne getirmişti bizi bu hale ?
Büyüklerimizin dediği gibi “bir ideolojinin benimsenmesini ve sızmasını sağlamanın en önemli koşullarından birisi,bu ideolojinin bel verdiği temel mitos ya da mitosların her-an-yeniden-üretilebilmesi ” miydi yoksa bu yaşananlar ?
Nereden başlamak gerekiyor sorular sormaya ?
Biliyorum bir metnin içinde bu kadar cok soru olması, ne denli sıkıcıdır. Biliyorum,artık dikkatimizi 20 saniye (yazıyla yirmi saniye! çünkü videoclip'lerimizin enn uzun sekans ölçüsü işte bu kadar aşağıya çekilmişti ) ancak yoğunlaştırabiliyoruz ama sormalıyım;son yüz yılı mı ölçü almalıyım;bir ulus olarak kendi imgelemimizde kendimizi inşa ederken yarattığımız dilin şizofreni olmasında,yoksa Osmanlı'nın kurulduğu 700 yıl öncesine mi dönmeliyim; Kosova'da diktator Milosevic Kosova Meydan Muharebesi’nin "rövanşı"nı alırken 600 yıl sonra ?
Ey mühür gözlerinden öptüğüm okuyucu sıkılma ! anlatılan senin hikayen,dinle.Bu yazdıklarım lacivert bir enginde dili kulaçlayan amok koşucusu gibi gelebilir, ama,lütfen söyler misin ,nasıl merak etmem Kosova'ya Nato Harekatı başladığında kendilerini köprü üzerinde canlı hedef yapan Sırpların,aynı şeye bay Milosevic Arnavutları Kosova'dan sürerken neden cesaret edemediklerini ? 
Ne anlatır bana o güzel esmer ressam kızın; “Artist in Kosova lives two lifes: With unordinary imagination equal to the world and Will he live till the morning” satırları....
Sana ne anlatır peki ; bu ateş sizi de yakar ! manşetleri;haberci çocukları kuş gibi avlandığı için ülkemin aydınlarınca omuz verilen gazetenin?
Bildiklerim yetmeyince büyüklerime sığınıyorum ama tam da yeridir;
”bugün sömürgenin kim olduğunu, karın nereye gittiğini,kimlerin elinden gectiğini ve nereye yatırıldığını aşağı yukarı biliyoruz,oysa siyasal güç...
Siyasal gücün yöneticilerin elinde olmadığını biliyoruz.Ama yönetici sınıf kavramı yeterince açık değil hem de yeterince üzerinde durulmamış bir kavram.Egemenlik altına almak,yönetmek,hükümet etmek,işbaşındaki grup,devlet aygıtı gibi kavram oyunları çözümlenmesi gereken şeyler hep.Ayrıca siyasal gücün nerelere dek uzandığını,hangi duraklardan geçtiğini,hangi küçük denetim, gözetim, kısıtlama, yasaklama kuruluşları aracılığıyla uygulandığını bilmek gerek.Güç,bulunduğu yere uygulanmakta. Doğrusunu isterseniz,hiçkimse belgeli vekili değil bu gücün; bununla birlikte,insanların bir bölüğünü bir yanda öbürünü öteki yanda bırakarak,belli bir yönde uygulanmakta;kesin olarak kimin elinde bulunduğunu bilmiyoruz;ama kimin elinde bulunmadığını biliyoruz.İşte bu duruma uygun kavga biçimi bulma güçlüğü,hala siyasal gücün ne olduğunu bilemeyişimizden gelmiyor mu acaba ? Günümüzün en büyük bilinmeyeni bu;siyasal güç kimin elinde ?
Ve nerede kullanıyor bunu ? "

Abilerimizin bize öğrettiği gibi "iktidarın en büyük gücü şiddet değil, rızadır; egemenlik altına alınanın bu egemenliği kendi rızası ile kabullenmesi..." Bu durumda da Faust-Mephisto anlaşmasını anmamak olmaz ve anlamaya çalışmamak; yoksa şu iletişim çağında hepimiz ruhlarını şeytana satmış ya da onunla ortak olmuş hatta daha da beteri artık şeytanlaşmış gönüllü kan içiciler miyiz sunağın üstündeki kurbana dikili gözlerle ?
Bu gözler dünyanın sonunu görebileceği an'ı kaçırmamak için mi,sonu gelmez bir iştahla ( hepimizin evinde bir örneği bulunan ve gece karanlığında sitemize uzaktan bakıldığında hepimizin evini biörnek kılan) televizyona kilitlenmiş durumda ?
Kemal Sunal "iktidarların yapamadığını yapıyorum" diyordu bir TV roportajında. Neydi iktidarların yapamadığı da,o beceriyordu bunu ?!
Ey fasulye sırığı okuyucu artık soruları bitirelim istersen !

"Biz 'hayal ticareti' ile uğraşıyoruz,dolayısıyla insanlara istedikleri hayali vermek zorundasınız. Vermezseniz 60 milyon dolar gibi küçük bir zararla masadan kalkabilirsiniz..." ve "..Kemal Sunal koyduğum zaman reklamcılar kapımda uzun kuyruklar oluşturuyor; bir an önce bu filme reklam girmek için, çünkü bunu herkesin seyredeceğini biliyorlar.." sözleri,1993'te Show TV'nin şu anda ise NTV'nin genel yayın yönetmeni olan Nuri Çolakoğlu'nun.

Demek ki bize ait hayallerin yine bize satılmasının bir maliyeti var ve eğer oyun kuralına uygun oynanmazsa epey büyük kayıplara neden olabiliyor.
Herkesin seyredeceğini nasıl bildikleri konusu aaazzzsssonra ...
Sırada dominant örneğimiz CNN var; iletişim felsefesi muhabirimiz Jean Baudrillard 1991'den bildiriyor ;

Jean.....
"Sayın seyirciler,TV nasıl bir süre önce hepimizi Romanya'da bir ihtilal olduğuna inandırdıysa,şimdi de savaşa inandırmaktadır.Hergün yaşadığımız audiovisuel enformasyon bombardımanı bizi savaşın esirleri haline getirmiştir.Bu durumda gerçek savaşın çıkması hem gereksizdir hem de zayıf bir ihtimaldir.Yıllardır beklenen 3. Dünya Savaşı aslında Soğuk Savaş yılları süresince dünyanın her tarafında yaşanmıştır ve yeni savaş alanı da TV'dir.Bu durumda şunu söylemek mümkündür;Körfezde sıcak savaş çıkmayacaktır ! "

Teşekkürler Jean... Gelişmelerle birlikte yine sana döneceğiz.!. Sayın seyirciler bizden ayrılmayın lütfen ...

Oysa savaş çıkacaktı! çünkü birkaç yıl öncesinde dünyadaki en büyük program alıcılarından biri,Daniel Lorenzo,İtalyanların artık Amerikan programlarını eskisi kadar ilginç bulmadıkları ve daha fazla yerli yapım (bu yerli yapım lafı bari birşeyler hatırlatsın sana ey unutkan okuyucu ! ) istedikleri gerekçesiyle son zamanlarda siparişlerini gittikçe azaltmaktadır.
Lorenzo'ya göre "Amerikan program üreticileri bir yaratıcılık krizi içerisinde... Bu durum aslında beklenmekteydi,çünkü hepsi birbirine benzeyen 45 dakikalık polis maceralarında ve 20 dakikalık komedilerde yaratıcılığın en ufak belirtisine bile rastlamak olanaksızdı."
Ey yabanci dil bilmeyen okuyucu,yukarıda İtalyanca orjinalini verdiğim metni izin ver de dilimize çevireyim.
Yani diyor ki;daha geniş,hatta neredeyse sınırsız bir imgelemdir ihtiyacımız olan şey,çünkü arena'daki açgöz/lü/ler için öyle bir derya bulmalıyız ki hem ruhları serinlesin hem de susuzlukları dinsin...!
Acaba bu tanıma hangisi uyar sence;elimizde iki seçenek var ...
Kan ya da gözyaşı !...
İkisi de mi ? Bak,Le Monde Diplomatique genel yayın yönetmeni Ignacio Ramonet de sana hak veriyor...

"Haber bültenlerinin sunucusu programın yıldızı konumundadır.Bütün program heyecan, merhamet, nefret ve merak uyandıran görüntüler üzerine kurulmuştur. Haber filmleri ne kadar şiddet içerirse o kadar iyidir çünkü izleyicilerin duyguları daha kolay uyandırılacak demektir.Örneğin Kuzey Irak'taki Kürtlerin çektikleri ısdırabın ekranlara yansıtılması gerçekten abartılmıştır.Olayların bütün boyutlarıyla gösterilmeleri gerektiğine yürekten inanmama rağmen,bütün TV kanallarında bu insanlara yardım çağrıları yankılanırken kameraların yerlerde yatan ölü bebeklere kilitlenmeleri ve ekmek kuyruğundaki insanların kavgalarını uzun uzun göstermeleri gerçek enformasyon olarak nitelendirilemez.Bu olsa olsa 'telejenik enformasyon' dur.Günümüzün TV haberleri izleyicilerin zihinlerini değil yüreklerini hedef alarak izleyici çekmeye çalışmaktadır.Gelişen teknolojiler sayesinde dünyanın her tarafından kolaylıkla merkeze gönderilen görüntüler haber bültenlerini kaplamakta,bütün işi kameralar yapmakta ve gerçek gazeteciliğe pek ihtiyaç duyulmamaktadır..."

Geliyorum,sadede geliyorum sabırsız okuyucu,bekle !...

Yine Körfez Savaşı'yla,yeniden birlikteyiz;bu kez CBS'in tanınmış sunucusu Dan Rather bizimle birlikte...

"Washington'daki Potomac nehrinden Irak'taki Dicle nehrine kadar heryerde savaş davulları çalınmaktadır.
Savaş davullarının yayılmasına önderlik eden dört TV kuruluşu CNN,NBC,CBS ve ABC'den her biri bölgeye yüzer kişiden fazla eleman göndermiştir.Amerikan otoritelerinden gelebilecek sansür girişimleri yüzünden Suudi Arabistan ve Amerika arasında haberleşme amacıyla 700 özel telefon hattı kiralanmıştır.İletişim uyduları zaten bu şirketlerin emrindedir,ve gözden uzak sakin yerlerde portatif uydu antenleri kurulmuştur.Kısacası savaş için herşey hazırdır,ve bu kadar yatırım yapan TV şirketlerinin savaşın çıkmasını isteyecekleri de tabiidir."

Böylece bu devler;yukarıda sığındığım Deleuze ve Foucoult abilerimin de belirttiği gibi;iktidar kimin elindedir,siyasal iradeyi kim kullanmaktadır,devlet cihazı nelerden oluşur benzeri,daha da çoğaltılabilecek soruların cevabını iyice muğlaklaştırmakta,adeta,(hayır adeta' yi kullanmaktan vazgeçiyorum) gözbağcılığı  yaparak,akıl almaz yanılsamalar yaratmakta,giderek herbirimizin hayatını birer “illusion” a çevirme işinde pek mahirleşmektedirler.Hele ki günümüz TV'lerinin başında da kendisini star,hatta;mutlak gücü elinde bulundurduğu hezeyanıyla ne yaptığını bilmez ( ya da çok iyi bilen ) Christof benzeri genel yayın yönetmenlerini farkedince artık gördüğümüze bile inanasımız gelmemektedir.

Bu noktada ise,daha önce Atina'dan bildiriyorken şimdi her gece "nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsan Türkiye"de Show TV'nin haberlerini sunan,büyük tv star'ı sayın Reha Muhtar'ı anmadan geçmek olmaz...!
Bu şaklaban hergün akşam haberlerinde gözümüzün içine baka baka "Türk televizyonlarının en çok sevilen ve beğenilen haber programından iyi geceler sayın seyirciler" diye yayına başlamaktadır.Söylediği büyük ölçüde doğrudur da...! Çünkü seyircinin sayısallaştırılması,örneklem olarak seçilen evlerdeki rating cihazlarıyla artık pekala mümkündür.Ve bu örneklem her ne kadar tartışılsa da hayli ciddi bir temsil gücüne sahiptir.Tüketimin yığınsal bir hale getirilebilmesi için izleyiciye yönelik reklamların hedef kitlesinin doğru seçimine yarayan bu izlenme oranları yayın politikalarını da belirleyebilmektedir.
Öyle ki,bir süre sonra,en çok izlenen programların haberler olduğu farkedildiğinde akşam haberleri'nin içine bile reklam alma yolu mübah görülmektedir.Bu mantığa hizmet edecek türlü yolların geliştirilmesi kaçınılmaz hale gelmekte ve doğrudan reklamın hareket alanı bulamadığı yerlerde ise dizi kahramanlarının kullandığı eşyalar dahi,anlaşma yapılmış olan reklamverenlerin malları olabilmektedir.Burada bir parantez açarak yıllar yılı rating rekoru kıran Bizimkiler dizisinde sahne açılışlarının çoğunun dizide kullanılan arabaların armalarından yapıldığını da hatırlatırım.Kısacası reklamlar,reklam kuşaklarından dışarıya taşmış; izlediğimiz her programın içine yedirilmeye aşlanmıştır.Öyleyse (nasıl olsa alanımız genişlediğine göre) şimdi asıl sorunumuz mümkün olan en çok seyircinin seyredebileceği mega programların hangi türler olacağını belirlememizdir..!
Yukarıda bir seçim yapmış ve tercihimizi hem kan hem de gözyaşından yana kullanmıştık.Kendimize ait şeyleri izlemenin,rahatlatıcı,aidiyet duygularımızı tatmin edici bir yönü olduğu önkabulü ile,gerçek yaşamdan izler taşıyan yapımların çok izlenir olacağı açıktır.Trajik olmaları nedeniyle de savaşlar,bu aradığımız mega yapımlar tanımına birebir uyacaktır.Çünkü herşeyden önce gerçektir ve içinde kan vardır,gözyaşı vardır...
Ama daha da önemlisi,çatışmaların en üst düzeyde gerçekleştiği en keskin çatışmadır...
Savaşta;insana,yani bize dair daha neler olduğuna bir bakalım;
ates... açlık... acz... mücadele... azim... yurt... sürgün... vahşet... masumiyet... hırs... iktidar... entrika... yalan... toprak... su... ekmek... kirlenme... yağmur... çamur... kar...karanlık.. belirsizlik... çocuk gözleri...minik gozler,eller,ayaklar... anne... çocuk... baba...

"... bugun, 13 Nisan 1999...
Kosovalilarin ayaklari reklam olmus NATO'ya..."They will one day take you home!"....evimde iki ekran arasinda geceler...bir ekrandan evime girip, otekinden sozcuklere indirgenerek disari cikan binlerce insan goruntusu....ben evimde bir alici...bir verici.... ne alip veremedigim var ki dunyayla..."
"... bombardiman basladiktan kac gun sonra? saati bilmiyorum...televizyonlarda protesto gosterileri goruyorum, bir de bombalar...hep gece...ates...ucak goruntuleri...bir de sel sel insanlar yuruyor...sesini acmiyorum.... siir..." /

(kısa bir reklam arası...lütfen bizi izlemeye devam edin...şimdi reklamlar...: bu alıntı arafiyan tartışma forumundan bir mektup.... arafiyan'dan vazgeçemiyorum..arafiyan... arafiyan... çaya çorbaya limon arafiyan... her derde deva arafiyan... yasal müsekkin... tüm arama motorlarında arayınız... )

Truman'ı izleyenler bilirler,izlemeyenlere de;belki bir yerlerde gördükleri,sahnenin fotoğrafı ipucu olabilir.
Christof ,yani Ed Harris'in canlandırdığı yönetmen,dev ekrandaki görüntüde mışıl mışıl uyuyan Truman'a bir baba şefkatiyle bakmakta ve yüzüne dokunmaktadır... Çoğu izleyici için filmin fotoğrafı budur ama bence değil...
Henüz film yeni başlamışken yukarılardan bir yerlerden bir projektör kopup gelir,caddenin ortasına düşer...Bu sahnede Truman başını yukarıya çevirip anlamak isteyen gözlerle gökyüzüne bakar...Projektörün üzerinde ise Sirius'un adını görürüz...Bu yıldız sır ve gizem sembolü olagelmiştir insanoğlunun yaşamında.Filmde yaratılan sahte dünyanın gökyüzündeki yıldızlardan biri yerinden kopup yeryüzüne düşmüştür.En az ,gerçek bir yıldızın Dünya'ya çarpması denli şiddetli sonuçlara yol açacak bir baslangıçtır bu Truman'in dünyasında.Çünkü sistemin, (o hiç aksamayacağı düşünülen sistemin ) ilk aksaklığıdır ve kurmacanın ve giz'in büyüklüğü konusunda bizi uyarır...
Daha ilk sahneden itibaren Truman'ın görüntüleri bir TV star'ı dinamizmiyle verilir ve bazı sahnelerin çekildiği kameraların diğerlerinden biraz farklı olduğu hissettirilir.Truman'ın anlarının kesintisiz takibi bize onun izlendiğini anlatır.Bir süre sonra bu kameraların aşağı yukarı 5000 olduğunu öğrenince de bunun sıradan bir gözetleme olmadığını;tüm yaşamının kameralarla izlendiğini farkederiz... Günümüzde teknolojilerin kolay ulaşılırlığı gözönüne alındığında,(yani video kamerası gibi cihazların bir silahtan daha kolay edinildiği hatırlanırsa) amatör kameraların;dünyanın her köşesinden görüntülü haber vermekte giderek zorlanan TV'lerin, “mümkün olan en geniş ağ'a sahip olma” düşüncesine nasil hizmet edecegini kestirmek zor olmasa gerektir.
Böylece,varlık nedenleri zaten haber peşinde koşmak olan TV kameralarından başka,bir de,hiç ummadık bir anda herhangi bir olayı kaydedebilecek amatör kameraların yanında,Truman'daki 5000 kamera sayısı komik kalmaktadır.Yeterince irkilmemize neden olacaksa,değinelim;artık Büyük Birader heryerde karşımıza çıkabilmektedir...
Ama sanıldığı gibi (her ne kadar o'na gönderme yapsam da) bildiğiniz olanı değil bu...! Sen' sin sevgili okuyucu o...! ben'im ... ! hatta adını çok sık kullana kullana eskittiğimiz,öteki...!
Peki büyük abi kimi izliyor ? Cevabı ikimizde biliyoruz ama bakalım önce kim itiraf edebilecek ?
Epey yukarılarda bir yerlerde fotoğraf-mitos-ikon benzeri şeyler söyleyip (ikonçağ surmekle birlikte...) gibi cüsseli bir laf etmiştim.İşte sinemada da,kült filmlerin birer ikon haline gelmiş tek karelik fotoğrafları onları an haline dönüştürüp ölümsüzleştirmek amacını güder.Film replikleri ise yine ayrıca anılmaya değer anıtsal figürlerimizdir.
The Truman Show için ise bu tek kare'yi bulmakta oldukça zorlanırız çünkü neredeyse her sahne ayrı bir fotoğraf olarak belleklerimizde kalmaya adaydır. Filmde insana dair hemen hemen herşey vardır ve sıradan bir yaşamın ne büyük iştahla tüketilebileceğini görmek tokat gibi suratımıza çarpar... Gösterilmeyenler ise kendilerini alt metinde farkettirmektedir.Truman'ın hayatının bütün anlarının kaydedilmesi, Truman henüz ana karnındayken bir TV kanalı tarafından evlat;annesiyle varılan anlaşma dolayısıyla da tüm hayatı,uluslararası çapta yayınlanan dizi edi-ni-lmesiyle başlar.Ancak bir sorun vardır;kesintisiz sürmesi planlanan bu dizi içine reklamlar nasıl girilecektir ? Onun da kolayı vardır... Karısı,sık sık,markasını da söyleyerek, yeni bir çim biçme makinası almalarının iyi olacağını belirtir.Çevre düzenlemesi bu amaca hizmet eder şekilde gerçekleştirilmiştir.
Truman,figüranlarca,günlük konuşmalarını yapmak için reklam panolarının önünde şıkıştırılır,sekans/sahne açılışlarının çoğu ise bir marka/ürün/mal görüntüsüyle yapılmaktadır.
Körfez krizi esnasında CNN ile üç büyük Amerikan TV şebekesi arasında kıyasıya bir rekabet oluştu.
Savaşın başlangıç aşamasında ABC,NBC ve CBS normal program akışlarını keserek Körfezden haberler aktarmaktaydılar.Kamuoyunun savaşa yönelik olağanüstü ilgisi belli olduğunda ise üç büyükler,daha uzun süreler için ve canlı olarak Körfeze bağlandılar.Ancak bu sıradışı program akışı esnasında reklamlara pek fazla zaman kalmıyordu,ve reklam gelirleriyle yaşayan şebekeler bu devamlı akışa ancak iki gün dayanabildiler.İkinci günden sonra ise yarım saatlik haber bültenlerinin süresini arttirarak ve Tel-Aviv'e füze saldırısı gibi önemli olaylar olduğunda yayını kesip haber vererek normal program akışlarına geri döndüler.CNN ise kesintisiz haber vermeye devam etti...! Ve bütün kriz süresince Körfez'le ilgili ana enformasyon kaynağı olarak kaldı...CNN logosu da artık hepimizin aşina olduğu bir simge,ama gördüğümüzde de 'acaba yine nerede,neler oldu ? ' diye hepimizin yüreğini ağzına getiren (ya da iştahını (mı) kabartan ) simge haline geldi...
Bu eşik aşılıverince de;olması gereken sonuç gercekleşti ve (Kemal Sunal reklam kuyruğunu hatırlayınız) reklamverenler CNN'in kapısında kuyruk oldular... TC.Turizm Bakanlığı,sadece Avrupa kıtasına yayınlanmak üzere Türkiye'yi tanıtacak 30 saniyelik reklam filmlerinin gösterilmesi için toplam maliyeti 150.000.-US Dollar olan bir anlaşma yaptı... Yapılan anlaşmalar sadece bu kadarla sınırlı değildi.Bu giderek genişleyen ağ'a eklemlenmek isteyen yerel ve ulusal şebekeler arasında da anlaşmalar yapılmakta,yapı uluslararası nitelik kazandıkça kartel olmanın bile ötesine geçilerek;herkesi herşeyden haberdar etmek adına,tüm dünya mega yapımlar için mega bir stüdyo haline getirilmekteydi.Gene de siz CNN-Türk örneğini vermemi beklemeyin.
Truman Show'da en unutulmaz replik herhalde Christof'un o doyumsuz repliği olacaktır... Kahramanımız artık herşeyin farkındadır ve kaçmıştır.
Gece karanlığında,tüm Seaheaven ahalisi elele verip bir sürek avı lezzetindeTruman'ı aramaktadırlar.
Ancak;bulamazlar...
Başka çaresi kalmayan Christof yukarıdaki reji odasından talimatını verir; "Güneşi doğurun...!"
Ve hava aydınlanır...!
İnanılmaz ya da olağanüstü değil (mi ?)...
Lütfen milenyum gündoğumu için kopartılan yaygarayı hatırlayınız...

Sayın seyirciler... Bir son dakika haberi iletmek istiyorum... Genel veYerel Seçim'ler 18 Nisan 999'da yani bundan yaklaşık bir yıl önce yapıldı... Şizofrenik halkım,ulus olma yolundaki evriminde bir merhale daha katederek;MHP'nin "meclis;iradesine kavuşuyor " sloganını hayata geçirdi.MHP'ye,zaten doktrin olarak bulunduğu iktidarın meclis aritmetiğine yansımasını da bahşetti... Öbür nasyonal sosyalist partimizi ise yirmi yıl aradan sonra yeniden birinç! yaptı...Seçimlerle de,konumuzla da ilgili gelişmeleri almak üzere yerel muhabirimiz erdinç metin'e bağlanıyoruz... evet erdinç,söz sende...
Kemer'den sıcak bir merhaba sevgili seyirciler... Hava tatil yapmaya son derece elverişli ve limon çiçeği kokuyor heryer... Gelişmelere geçmeden önce,TV'nin görüntüleri teknik olarak nasıl kullanabileceğine ilişkin bir vtr’miz var ona bir göz atalım isterseniz...
Gerçek görüntüler iki şekilde kurgulanarak istenen sonuca uygun etki yaratması sağlanır.

1- Gerçek / imkansız / inanılmaz

Görüntü gerçektir;ancak,gerçekte böyle birşey olamayacağını biliriz ve sonuca inanılmaz ama kabul vardır... Ağır çekim (slow motion) tabir edilen ancak,hızlı kaydedilip normal gösterildiği için yavaşlamış olan görüntüler,örneğin böyle kaydedilmiş bir grup yürüyen insan görüntüsü;gerçektir ama gerçekte insanların böyle hareket edemeyeceğini biliriz;imkansızdır inanılmazdır ama kabulleniriz.Çünkü önkabullerimiz vardır;’efektin sinemasal dile hizmet ettiği’ inancı benzeri...

2- Gerçek / mümkün / inanılır

Görüntü gerçektir,ancak;zaman,mekan gibi belirleyici uzamlar birbirinden farklıdır;değişik zamansal ve mekansal unsurlar biraraya getirilmiştir.Aynı olmasına dikkat edilen şey temadır.Yine anlatılan şeye göre şekillendirilmiş bir dil vardır ama bu dil;dramatik etki yaratma adına kullanılan sinemasal dilden farklı olarak; kurgu ya da kolajla oluşturulmuş tematik dildir ve iletilmek istenen mesajı güçlendirmeye,zenginleştirmeye yarar.’Körfez karabatağı !’nı hatırlayınız... Görüntüler gerçektir,olabilirliği mümkündür,inanılır.Burada da önkabullerimiz devreye girmiş ve sonucun inandırıcılığı için nihai işlevini yerine getirmiştir.
Ey misafirim olursan mutlanacağım izleyici..! Belki birgün buralara yolun düşer de,şimdi vereceğim örnekteki mekanları birlikte gezeriz...
Mart 1999'da,ismi Atatürk Bulvarı olan bir caddenin,bir kavşaktan itibaren geri kalan kısmı Patron Dede Bulvarı olarak değiştirildi.Bunu yapan belediye'ye tepki olarak yaklaşık 100 kişilik bir grup yasal bir gösteri yaptı ve adı geçen bulvar üzerinde yürüyüş gerçekleştirdi.Daha fazla olabilecekken,bazı engellemeler ve yanlış anlamalar yüzünden katılımcı sayısı aşağı yukarı bu kadardı.Ama dert değil...!
Basın da yaklaşan seçimler nedeniyle ilgisini esirgemedi ve bu gösteriyi izledi.Ancak aynı grubun üyeleri akşam haberleri için TV'lerinin karşısına geçtiklerinde şaşırıp kaldılar... Show TV'nin güzide,Türkiye'nin de en çok beğenilen ve izlenen haber merkezi,küçük fırça darbeleriyle o gösteriyi;binlerce insanın izlediği dev bir mitinge dönüştürmüştü.Reha Muhtar'ın aslında Patron Dede'yle bir alıp veremediği yoktu tabii ki...!
O sadece;elveda başkaldırı deyip yıllar önce aramızdan ayrılan ve aidatlı ilahlar kulübünde patron mertebesine eren büyük Türk düşünürü Ertuğrul Özkök'ün, düşündüğü yıllarda kaleme aldıklarını;günümüzde taçlandırıyor,kemale erdirip senteze ulaştırıyordu.
"Türk televizyonu'nun ( e,dedik ya;düşündüğü yıllardı... o zamanlar,televizyon siyah-beyaz ve dönem feTReT devriydi... öyleyse yeniden... Türk televizyonu'nun...
) toplumsal denetim dinamiği başlıca iki tür söylev çerçevesinde belirlenmektedir:
-- Dolaysız,yalın siyasal söylev;haberler,siyasi propaganda,çok açık siyasal öneri getiren programlar.
-- Yaşam biçimi öneren,dolaylı söylev;reklamlar,filmler,eğlence programları,dizi filmler.
Bunlardan asıl etkili olanı;yaşam biçimi öneren ve bu yolla ideolojik işlevlerini yerine getiren söylevlerdir.
Dolaysız siyasal söylev ise,televizyonun,birey davranışları üzerindeki en az etkili yanını oluşturmaktadır."

Tam da bu noktada;çelişkili gibi görülecek bir duruma; haberler'in,dolaysız siyasal söylem içeren program örnekleri içinde yer aldığı halde,günümüzde nasıl olup da dolaylı siyasal söylemler içeren diğer program türleri ile en geniş anlamda örtüşebildiği meselesine biraz açıklık getirecek iki konuğuma dönüyorum.Washington'daki stüdyomuzdan Neil Postman ve Steve Power izlenimlerini aktarıyor.
"
Haber programları üretmenin,kurnazca hazırlanmış Hollywood dizileri ve kahkaha efektli komediler üretmekten daha az maliyetli olduğu artık bir sır değildir.Bir saatlik haber programının yapım maliyeti yaklaşık 900.000 dolar iken CBS'in ayni süreyi kapsayan ‘48 Saat’ adlı show'u benzeri bir program 500.000 dolar ya da daha az tutmaktadır.Haber programları,yayın şebekeleri için kar merkezleridir.Amerika'da devlet televizyonu dışındaki televizyonun omurgası,kalbi,ruhu,yakıtı,DNA'sı reklamdır.Televizyon haberlerini gerçekçi bir şekilde anlamak için reklamın iki boyutunu gözönüne almak gerekir:
İlki parayla,ikincisi toplumsal değerlerle ilgilidir.Karın maksimize edilebilmesi için yeni başarı ölçütü ise seyircilerin yaş gruplarına göre demografik analizidir.Bu analizlerden hareketle elde edilen bilgiler ışığında da haber programlarının biçim ve içeriğine ilişkin pek çok karar alınmaktadır.Doğaldır ki burada amaç izleyiciyi reklamlarla karşı karşıya bırakmanın sentezini oluşturmaktır.”

Şimdi,sentez oluşturma işinin kökenine ve inceliklerine değinerek topu taca atalım biraz da...
[İktidarlarin yapamadığını yapan eşşoooleşşeklerin (kesinlikle Kemal Sunal'ın değil..!) buna nasıl muktedir olabileceklerine dair vesayet / vesavis derkenarıdır...]

* Rating sıralamasında en üstte yer alabilmek için,önce, mümkün olan en kalabalık seyirciye ulaşmak,bir başka deyişle   neredeyse tüm ahaliyi çoluk çocuk ekran başına toplamak  gerekir ki;kutsal aile'nin hiç olmazsa bir süreliğine de olsa bir araya gelmesi sağlanabilsin.
* Zamanı da,herkesin evde olabileceği bir dilimden seçmek gerekir ki;bir taraftan yemekler yenirken,diğer taraftan da günün yorgunluğu atılabilsin,gülerken düşünülsün,sosyal mesaj da algılanarak hüzün çemberi genişletilebilsin.
* İzleyenin,izlediklerinin aslında kendi hal-i pür melali olduğunu hiç de farkedemeyeceği en saf şekliyle gösteren haberler geçidi yapılması gerekirki; zaten sınırda gezinen akılların kaybolmaması için gereken aşı doğrudan yüreklere şırınga edilebilsin ve görevini yapıp direnci geliştirebilsin.
* Daha da ileri gidip çok iddiali bir hedefe yönelmek ve öyle birşey yapmak gerekir ki;TV izleyicileri,hem özne hem nesne oldurulabilsin ve bu iki özelliği de taşıyan bir öz(nes)ne haline dönüştürülebilsin.

Kaynakça:Kana kana susuzluğumu giderdiğim tüm kaynaklar. erdinc.metin@hotbot.com

Siz de yazılarınız gönderin.... yayınlayalım.

                 

                 

Robert Rodrigez 10 dakikada film yapımını öğretiyor