|
BİR İSTANBUL GEZİSİNDEN NOTLAR...
Merhaba
sevgili dostlar...
İstanbul gezisine katılamayan arkadaşlara neler yaptığımızı anlatayım.
Cumartesi günü, -13 nisan- İstanbul'daydık. Fakat hava muhalefeti,
yağmur, çamur derken “Yılan Hikayesi” nin çekimleri ertelendi. Sabah
11.00 de Carlos Saura’nın paneline katıldık. Panel sonrasında
afişlerimizi imzalattık. Toplu halde foto çektirdik. Salonda 60-70 kişi
vardı. Bizim grup 16 kişiydik. Biz taaaa Ankaralardan gelmişiz fakat
İstanbullu sinemaseverler Saura’ya ayıp etmiş. 70 lik delikanlıyı bir
daha nerede dinleyecekler sanki.
Sonrasında saat 13.00 de TRT Stüdyolarını gezmeye gittik. “Bir Bebek
Var” dizi filminin platosunu gördük. Kendi adıma bu güne dek Türkiye’de
gördüğüm en iyi plato olduğunu söyleyebilirim. Çalışanların ellerine,
emeklerine sağlık.
Plato çıkışında büyük stüdyoda -Yücel Yener Stüdyoları- C.tesi
akşamları yayınlanan loto çekilişinin de olduğu eğlence programı için
stüdyo hazırlıkları vardı. Eh bu da kaçırılmayacak bir çalışmaydı.
Işıklar, sis cihazları, jimmy jeep, efekt ışıklarının göz alıcı
gezintileri, çalışan kamera arkası ekibin koşuşturması... Mikrofonların
denenmesi “ses kontrol bir iki bir iki.....”, yönetmenin talimatları....
vb. vb. TRT Stüdyolarını gezdirdiğin için çok teşekkürler sevgili X.
Devlet memuru olduğun için adını vermeyeyim. N’olur n’olurJ)
(İnsan kendi adını bir stüdyoya verir mi? -hele ki hala yaşarken- Bu
nasıl bir megolamani oluyor acaba? Mahmut Tali Öngörenler, İsmail Cemler
... ve TRT’ye Türkiye yayıncılık hayatına o kadar katkı yapmış onlarca
insan dururken...)
Neyse TRT den çıktıktan sonra bir yerlerde yemek yedik. Bir yerlerde
diyorum çünkü grupla yemek yemenin en zor yanı budur bilirsiniz.
Herkesin başka başka istekleri olunca aynı yerde yemek yemek de imkansız
tabi ki. Grup bölününce daha sonrasında buluşmak da biraz zor oldu. Ben
saatte bir Yüksel’i aramaya ve setin kurulup kurulmayacağını sormaya
devam ediyorum. Ama hala yağmur çiseliyor.
Fakat çoğunluk yine benimle beraber Beyoğlu - Yeşilçam turuna devam
etti. Figüranlar kahvehanesindeyiz. Bu yabancılar kim. Burada ne işleri
var, Reklamcılar olmasın sakın... bakışlarını atlattıktan sonra,
etraftaki tüm yüzler tanıdık gelmeye başlıyor. Adlarını hatırlamasak da
yüzleri hiç yabancı değil. Eski ya da yeni çekilmiş birçok filmden "ben
bu adamı tanıyorum" hissi yaşıyorsunuz. Az karbonatlı çaylarımızı
içtikten ve Yönetmenler Derneği, Oyuncular Derneğini görüp geçtikten
sonra Yeşilçam Pasajı'na girdik. Yüzlerce film afişi, eski 8mm, 16, 35
mm. filmler, sinema kitapları, sinemayla ilgili hediye babında ıvır
zıvır... Bir iki afiş almayı ihmal etmedik tabi ki.
Diğer grupla hala buluşamadık. Sanırım bizi ektiler...
Bu küçük gezi bizi biraz yordu. Firuzağa’ya gidip bir çay molası vermek
gerek. Yine Yüksel’i aramaya ve setin kurulup kurulmayacağını sormaya
devam ediyorum.
Buradaki yüzler de tanıdık geliyor. Aslında hepsinin isimleri mutlaka ve
mutlaka ya bir dizinin ya bir sinema filminin ya da bir tv programının
jeneriğinde yer almıştır. Aaa. Yan masada İlker Berke. Angaradan
dostumuz. İstanbul'a yerleşti ve kameramanlığa devam ediyor.
Sarılıp sarmalaşıyoruz. Ne arıyorsun burada. Ya sen ne arıyorsun dan
sonra biraz muhabbet. Akşam Nevizade'de buluşmak için sözleşiyoruz ve
üniversiteli bir kızın kısa filmi için mekan bakmaya gidiyor İlker.
Piyasanın genç kameramanlarından. İlk uzun filmini Ahmet Uluçay’la
çekti. “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” Mayıs ya da Haziran da kurgusu
bitiyormuş, salon bulabilirse gösterime girecekmiş... Bizim en sevgili
köylü sinemacımız da bu arada hastaymış... Kendisine çok geçmiş olsun.
Yağmur çiselemeye devam ediyor. "Güzel" Oktay Abiyi de -Oktay Güzeloğlu-
arıyorum bu arada. Dernek telefonu cevap vermiyor. Hah şimdi meşgul
çalıyor. Bilenler bilir; O biraz uzun konuşur.:-))) Tekrar aramaya gerek yok. “Hadi
arkadaşlar hemen İstanbul Kısa Film Derneği'ne gidiyoruz...”
...Dernekteyiz. "Kaptan Katamaran" da dernekte bizimle buluşuyor. ASİNEMA'nın
iyi-yazar dostlarından. Herkes Kaptanla tanışmaktan şaşırmış durumda ve
mutlu oluyor. Oktay Abi ile bir saati aşkın hoş bir muhabbet yapıyoruz.
Sohbet yapıyoruz dediysem çoğunlukla konuşan her zamanki gibi kendisi
oluyor... ;-)) Sohbetin ana konusu elbette ki Türkiye’de kısa film...
Zorlukları, ekonomik durum, yaratım eksikliği ve kısa film kimlerin
elinde? - bu konuda bir şeyler yazmam gerek artık diye düşünüyorum-
Teşekkürler Beyoğlu Garibanlarının Cenazesine katılan tek kısa
filmcimiz... Teşekkürler Sevgili "Güzel Oktay Abim". Umarım festival istediğin gibi
olur. Hadi İstanbullu kısa filmciler, sinema dostları bir omuz atın da
şu festivali yüzünüzün akıyla bitiriverin.
Hava hala kapalı, yağmur çiselemesine ara veriyor, akşam olmak üzere.
Yüksel'i son kez arıyorum. Çekimin yarına ertelendiğini söylüyor. Yarın
10.00 da AKM önünde buluşmak üzere bizimkilerle ayrılıyoruz.
İstiklalde bir aşağı bir yukarı yürüyoruz. Beyoğlu'nda yürüyüp de
Ankaralı görmemek olur mu? Yarım saat içinde 5 Ankaralı ile
karşılaşıyoruz; Festivale gelenler, hafta sonu kaçakları, işi olanlar...
Vakti kerahat de gelmiş. Balıkçılar Pasajı'ndan gelen kokular
ayaklarımızın yönünü de değiştiriyor. Gsm ye gelen msj ile adımlarımız
hızlanıyor. Nevizade Sokak'tayız. Şehr-i İstanbul'un anasonla yıkanmış
kaldırımları. "Beyoğlu'nun Arka Yakası". Piyasanın tam orta yeri ve de
piyasa vakti. C.tesi akşamı. İlker sokak birahanelerinden birinde üç-beş
teknik adamla oturmuş biralıyor. Bize de üç bira geliyor. Oh soğuk soğuk
üç bira havada tokuştuktan hemen sonra boğazımda. Gecenin Fatih
Ekspresi, günün İstanbul sokaklarının ayak yorgunluğu ve söz verip de
gidilemeyen bir setin tüm stresi bir anda alkolün içinde boğuluveriyor.
Ya Mahur epey yorulmuşuz birader. Recep cepten arıyor. Bugün 4 film
izlemiş. Yorgunmuş, özür dileyip gelemeyeceğini bizi evde beklediğini
söylüyor. Bu gece Recep’e misafiriz. Biz de acayip yorgunuz ya. İki
biradan sonra İlker'e veda edip, Ortaköy'e zıplıyoruz. Ortaköy'e
gelinirde sahilden yürümeden geçilir mi? Küçük bir Ortaköy turundan
sonra Dereboyundaki kokoreççilerden bir yarım bir çeyrek alıyoruz. Onlar
hazırlanana dek ikişer tane midye dolma. 6 tane de paket yap abicim. Yol
üzerinden biraları alıp Köprünün ayaklarına yakın Recep'in evinin yolunu
tutuyoruz. Recep 4 film izledikten sonra hemen yatmak istiyor ama soğuk
biraları görünce de –ve bizi de- dayanamayıp ikiye dek sohbete devam.
Sinema, müzik. Receple Mahur yaklaşık aynı yaştalar ve aynı müziklerden
hoşlanıyorlar bu çıkıyor ortaya ve uzun bir Türk Sanat Musikisi sohbeti
ve ziyafeti. Gözlerimizden uyku akıyor. Hadi cumba yatak.
O
nasıl bir uyuma öyle. Deliksizinden. 10.00 da AKM de olacağız. Masadaki
saate bakıyorum. Saat; Ümit Ünal’ın dokuzu. –Kafamdan Festivalde
yasaklanacağı haberleri ve içimden okkalısından bir küfür geçiyor-
Çaydanlığı ocağa koyup gazete ve fırından ekmek alıp geliyorum. Her yer
festival haberleriyle dolu.
Sofrayı hazırlıyorum. Biraz sesli hareket ediyorum ki bizimkiler de
uyansınlar. Cep çalıyor. “Hocam nerede kaldınız?” masa saatine bakıp
daha saat 09.20 diyorum. 10.20 imiş. Ah Recep. Ah Recep. “Saatleri İleri
Alma Enstitüsü”nü okumadın mı be abicim... Cep telefonunun saatine
bakıyorum gerçekten 10.20. Bizimkiler AKM önünde yaprak vermeye
başlamışlar.. Onlara biraz gezinmelerini bizim yeni kalktığımızı ve
“Yılan Hikayesi” setinin 12.00 de Aksaray / Yenikapı’da kurulacağını
söylüyorum. 11. 00 de AKM önünde buluşmak üzere kavilleşiyoruz.
Bir duş, sıkı bir kahvaltı, dinlenmiş bir beden, mutlu bir ruh sağlığı
ile Recep'i Feriye Sineması'nın gişesine tezlim edip yola devam
ediyoruz.. Bu gün hava sıcak ve güneşli...
Çocuklar arıyorlar. Bir kısmı İstiklal'de bir Kısmı Aksaray'da.
İstiklaldekiler tesadüfen bir film seti ile karşılaşmışlar bizi
çağırıyorlar. Aydın Sayman’ın yönettiği “Sır Çocukları ” filminin
setindeyiz. Sokak çocuklarını, tinercileri anlatan bir film. Çekimlerine
yeni başlanmış. Disiplinli bir set. Set aralarında çalışanlarla küçük
sohbetler. Berberde geçen bir sahnenin çekimi. Yarım saat içinde sahne
üç kez tekrar ediliyor.
Yarım saat kadar sette kaldıktan sonra Aksaray otobüsüne binip
Yenikkapı'da iniyoruz. Açık Otoparkı buluyoruz. Çekim üssü burası.
Sevgili Yüksel Aksu karşılıyor bizi. Gelsin çaylar gitsin kahveler.
Çekim ekibi trafikteki sahneler için yollarda imiş. Bir saat kadar
bekliyoruz. Ayak üzeri uzun bir sohbete başlıyoruz. Yeşilçam, diziler,
oyuncular.... Assmab’ın anlattıklarına bizler Fransız kalıyoruz. (Assmab
bir Fransız ve Tevfik Fikret Lisesi'nde Fransız Edebiyatı öğretmeni,
minyon ve 16-17 sinde gösteriyor ama 25 yaşında ve iyi bir sinemacı...
Yakında adını sık sık duyarsınız diye şimdiden tanıtıyorum)
Yemek zamanı gelmiş. Catering firması setin yemeklerini getiriyor. Tüm
çalışanlar alıyor. Fazla gelmiş. Yüksel bize de yemek ayırtıyor. Tam set
yemeğine yamulurken çekimdekiler, arabalarla hızla üsse döndüler.
Ortalık birden curcunaya dönüyor. Mehmet Ali Alabora –nam-ı diger Memoli-,
Nail Kırmızıgül ve Süleyman Turan arabadan iniyorlar.
Kamera asistanları Tatlıses Prodüksiyondan kiraladıkları vantuzu
söküyorlar. Onlarla beraber yemeklerimizi yiyoruz. Ankaradan gelen
sinema atölyesi öğrencilerini sette görmek çok hoşlarına gidiyor. Kısa
sohbetler ve hızlı bir yemek faslından sonra sanayi sitesinde bir yolda
set kuruluyor. Önceleri çevrede birkaç meraklı var. Fakat ne zaman ki
Memoli setteki rolü için arabadan çıkıyor işte o zaman etraf bir anda
kalabalıklaşıyor. Ben diyeyim 400 siz deyin 500. Gelip geçen arabalar
klaksonlarıyla Memoliyi selamlıyorlar. Genç kızlar ve bizim gruptaki
kızlar:-) hayranlıkla süzüyorlar Memoliyi. Yakışıklı çocukmuş, hiç böyle
beklemiyordum, çok da sıcak ve sevimli... Çevredeki küçük çocuklar
Memoli Memoli diye tempo tutuyorlar. İyi ki sesli çekim yapılmıyor
diyorum içimden. Nihat Durak bu trafik yoğunluğundan sıkıldığı ve biraz
da kızdığı için seti Yüksel'e devrediyor. Kalan planları Yüksel çekiyor.
Süleyman Turan yanımıza geliyor. Onun çekimine daha epey var. Ayak üzeri
uzun bir sohbet başlıyor. Yılmaz Güney’le yollarının ayrılması konusunda
pek bir şey söylemiyor. Ben özellikle çizgi roman üzerine sohbet etmeyi
yeğliyorum. Çizgi roman yahoogroups’unda onunla ilgili yazılanlardan söz
ediyorum. Çok hoşuna gidiyor. Sanırım internetle pek ilgisi olmadığına
biraz pişman oluyor. Nejdet Şen, Manara, Morris, Turhan Selçuk, Kudret
Sabancı’nın çizgi roman sitesi, eski Tarkan, Karaoğlan, Ustura Kemal,
Ten Ten, Red Kit serileri...
Gazetedeki çizgi romanlarını, kitap olarak basmasını öneriyorum. Biraz
kafasına yattı gibi...
“Senin sıran geldi Süleyman Abi” diye çağırıyor asistan kız. Hadi
bakalım sete. Biraz önce yanımızdaki 51 yıllık sanatçı, hoş sohbet,
esprili insan hemen Komiser rolüne geçivermiş.
Bizim grup set tozu yutmaktan pek mutlu. Bence de. Şu seti görmüş olmak
bir çok teorik dersten daha iyi motive eder...
4
saat kadar sette kalıyoruz. Çekim bitiyor. Bir iki kişi Süleyman Abinin
yanında... Onlarca kişi ise Memolinin. İmza almak, fotoğraf çektirmek
için sıraya giriyorlar. Memoli bir dükkana girerek/kaçarak kurtuluyor
kalabalıktan. Ve arabası dükkanın kapısına getiriliyor. Memoli hemen
arabaya binip herkese el sallayarak bu hengameden vınlıyor. Yanına bizim
esmer güzeli öğrenci kızımızı da alarak uzaklaşıyor. Yakışıklı,
sevimli bir polis kahraman tipi yaratmanın sonuçları.... Nihat Genç’in
dediği gibi “bu dizinin, bizim polisi sevimli, yakışıklı, akıllı
gösterme çabaları nafile... Gerçek hayatta bizim polis böyle değildir.
Bu dizi bir kırılma yaratıyor. Bu kırılmayı siz sanatçılar ancak yeniden
kırabilirsiniz, kırmalısınız...” Demek kolay da yapmak bu ülke
koşullarında biraz zor sevgili Nihat...
Yüksel bizi Taksime bırakacak. Nail Kırmızıgül’ün arabasına biniyoruz.
“Hadi Firuzağa'da bir yorgunluk çayı içelim”. Peki içelim. Tanınmış bir
dizi oyuncusu ile aynı arabada giderken insanlara bakıyorum. Naili
tanıyanlar hemen tepki veriyorlar. Ya selamlıyorlar ya korna çalıyorlar
ya da birbirlerine gösteriyorlar. Nail herkese selam vermekten yorgun.
Eee bu da meşhur olmanın bir sonucu elbet. Katlanacaksın, başka yolu
yok.
Firuzağa'da çaylarımızı yudumluyoruz. Saat 17.00 olmuş. Ben 18.00 Ankara
otobüslerine yetişmek üzere vedalaşıyorum. Bizimkiler biraz daha
İstiklal turu yapacaklar.
Taksimden Beşiktaş'a inmek epey zaman alacak. Beşiktaş Fener maçı var.
Etraf hınca hınç bir kalabalık. Her yer polis dolu. Dolmuş gıdım gıdım
ilerliyor. Polisler kalabalığı dağıtmak ya da kontrol altında tutmak
için uğraşmakta... Bir grup Beşiktaş taraftarı bağırarak yürüyor. Bir
grup polis ellerindeki joplarla gruba müdahele ediyor. Genç birini
saçlarından yakalayan bir polis elindeki jopu çocuğun sırtına vuruyor.
Çocuk yerlerde. Bir iki arkadaşı kaldırmaya geliyor. Onlar da joplardan
nasiplerini alıyorlar. Şimdi daha iyi seçebiliyorum. Çocuklar polislere
birşeyler söylüyor. Söylüyor değil bağırıyor. Çocuk da değil orta yaşlı
kelli felli adamlar. Siyah beyaz bayraklara büründükleri için gençmiş
gibi gözüküyor. Uzaklardan hızla gelen bir başka polis bunları dağıtmak
için jopu havaya savuruyor.
Yeşil yandı. Dolmuş hareket ediyor.
Aklımda Nihat Genç’in –haklı- söyledikleri ve sevimli polis Memoli
imajıyla Beşiktaş iskelesinden vapura biniyorum.
Tesekkürler Sevgili Yüksel Aksu... Tesekkürler Süleyman Turan, Nail
Kırmızıgül, M. Ali Alabora. Ve kamera arkasındaki tüm ekip. Bize güzel
bir gün yaşattığınızın farkında mısınız bilmem ama hepinize çok çok
tesekkürler...
Ya işte böyle Mülayim. Bir geziden benim aklımda kalanlar bunlar.
Sürç-ü lisan olabilir... Eksiği de... Abartısını da ben eklemişimdir... Affola...
Her dem baki
sevgi ve selamlarımla
YüCeL ÜNLÜ |