I. Tema
Her filmde bir tema vardır. Tema, filmde sunulan bir düşüncedir. Bu genellikle yaşamla, onun anlamıyla ya da insanlık durumuyla ilgili bir düşüncedir. Bu aynı zamanda, yazarın savunduğu ya da iletmek istediği bir düşüncedir.
Tema genellikle evrensel konularla ilgilidir: aşk, cesaret, hırs, ölüm, yabancılaşma, sorumluluklar...
Tema, kısa tanımlamalarla karşımıza çıkar:
-Aşk, herşeye kadirdir.
-Doğrusuyla yanlışıyla bu benim ülkemdir.
-Tüm insanlar kardeştir.
-Devlet, egemen sınıfın iktidarını koruyan bir baskı aracıdır.
-Suç, cezasız kalmaz.
-Savaş, bir cehennemdir.
-Ancak anarşizm, devlet sorununu çözüp adil ve eşit bir yönetim biçimi sağlayabilir.
-Modernist proje, baştan kaybetmeye mahkum bir hayaldir.
-Kant'çı ödev ahlakı, kapitalist bir toplumda enayilikten başka bir şey değildir.
-İktidar ve sermaye ilişkilerinden kurtulmadıkça sanat özgür değildir.
-Din, toplumun afyonudur.
-Aşk acısının ilacı yoktur.
-Tanrı, acı çeken kullarına mutlaka kulak verir ve onlara çare gönderir.
-Kadere karşı çıkılamaz.
-Küçük güzeldir.
Bazı klasik temalar ise neden-sonuç ilişkileri biçiminde karşımıza çıkar:
-Kıskançlık, insanın yıkımına neden olur (Othello)
-Acımasız ihtiras insanı yıkıma sürükler (Macbeth)
-Aşırı gurur insanın çöküşünü hazırlar
-Ödediğiniz vergiler, size su, doğal gaz ve elektrik olarak geri döner.
Temanın etkili sunuluşu için, tema filmin bütünü tarafından tanımlanmalıdır. Bir film sadece "savaş bir cehennemdir" demez. Bize savaşın bir cehennem olduğunu gösterir.
Tema, filmin genel yapısının bir parçası olarak ele alınmalıdır. Temayı filme zorla dayatmak çok tehlikelidir. Temayı filmin yapısına yediremezseniz sırıtır ve didaktikliğe yol açar. Hollywood'da şöyle derler bu nedenle: "Bir mesaj göndermek istiyorsanız, postayı kullanın".
Tema, öyküden kendiliğinden, doğal biçimde çıkmalı. Tema, film için bir başlangıç noktası sağlayabilir, ancak öyküye egemen olmamalıdır.
Temalar, öykü çizgisi, çatışma, karakter, ortam ve öykü dışına sapmalar gibi filmin değişik yönleri aracılığıyla işlenebilir/sunulabilir. Örneğin, ABD'nin güneyindeki küçük bir kasabadaki siyah-beyaz çatışmasında kendisini kanıtlamak zorunda kalan bir şerif ele alınarak, ırkçılık sorununun yansıtılması gibi. Bazen de bir karakter, başlı başına bir temayı temsil edebilir. Örneğin Frank Capra filmlerindeki kahramanların çoğu aynı zamanda bir temayı cisimleştirir: "erdemlilik, dürüstlük ölmedi" gibi. Bu Mahzun Kırmızıgül'un canlandırdığı dizi karakterleri için de geçerlidir.
Temayı sunmanın en kötü yolu, senaryo içinde temadan söz etmektir. Güçlü tema, ders vermez, kendini karşı konulamaz yollardan benimsetir.

II. Temanın Farklı Düzeyleri
Temanın farklı düzeylerinden söz etmek mümkündür.
Konu: filmin öyküsü ya da karakterlerince somutlaştırılan anlamı.
Konular, kişisel ya da kişilerarası konulardan, sosyal, kültürel ve felsefi konulara kadar geniş bir yelpaze sunabilirler.
Haksızlığa uğrayanların zafere ulaşması ya da insanın kendisini çevresine ve arkadaşlarına kanıtlaması gibi konular burada örnek verilebilir. Konuları soru biçiminde formüle etmek de mümkündür: "Otuzbeşini geçmiş bir kadın aşkı bulabilir mi?" gibi.
Tez: Önemli ve herkesi ilgilendiren bir konuda öne sürülen düşünce. Genellikle önemli ve çözüm bekleyen güncel bir sorun etrafında oluşturulur. Tecavüz vakalarının çokluğundan ya da yolsuzlukların ayyuka çıkışından duyulan rahatsızlık gibi. Ama insanların bir türlü gerçek aşkı, doğru insanı bulamamaları ya da her büyük aşkın bir biçimde hazın biçimde sonuçlanması gibi daha kişsel görünen sorunlara da odaklanabilir tez. Bu sorunlarla ilgili çoğu kez de bir beklenti içeren varsayımlardır. "Çocuklarımızı zehirleyenler eroin tüccarları değil, bunlara göz yuman ve rüşvetle geçinen emniyet mensuplarıdır" gibi. Çoğu kez tezler beraberinde bir soru da getirirler: "Buna kimse dur demeyecek mi?"
Simgeler/metaforlar/arketipler: Anlamları, kurdukları bağıntılar aracılığıyla sunmaya çalışırlar. Simgeler, görüntünün taşıdığı anlamın ötesinde anlamlar yaratırlar. Bunlar filmin anlam dokusunu zenginleştirmeye yararlar. Fakat dikkati fazlasıyla kendilerine çekmek ve böylece öyküde bulanıklığa yol açmak gibi bir tehlikeyi de beraberinde getirirler. Aşırı simgecilik, bu nedenle tehlikelidir. Anlamayı kolaylaştıracak yoğun anlar olmak yerine, anlamı iyice yokeden sıkıcı ve anlaşılmaz anlara donüşebilirler. Bu nedenle simgeler çok dikkatli ve yerli yerinde kullanılmalı. Bazı simgeler çok basittir ve öylesine yaygındırlar ki, birer arketip olarak tanımlanabilirler. Örneğin kötülerin siyah, iyilerin ise beyaz giymeleri gibi. Bazen karakterler başlı başına bir mesajın simgesi olabilirler. Örneğin Terminatör karakteri, teknolojinin insanın kontrolünden çıkabileceği ve onu yoketmeye yönelebileceği mesajının cisimleşmiş halidir bir bakıma. Öte yandan simgeler, nedensellik ilişkileri kurmaya da yararlar. Örneğin Polanski'nin Chinatown filminde, son sahnede kesintisiz bir korna sesi duyulur. Bu sesten, arabayla kaçan kahramanın vurulduğunu anlarız. Çünkü daha önceki bir sahnede, kahraman arabanın içinde başını öne eğerken kornaya değer ve korna sesi çıkar. Bazı durumlarda ise filmin ögeleri, hatta tüm film bir metafor işlevi görür. Örneğin Maymunlar Gezegeni adlı film, uygarlık mefhumunun katı ve dogmatik yönleri ile ilgili geniş kapsamlı bir metafordur. Odasını bir türlü toplayamayan ya da düzene koyamayan bir insanın öyküsü, modernleşme sürecinin sorunlarının bir metaforu olabilir. Simge, metafor ve arketiplerin gücü, onların yoğunlaştırıcı güçlerinden ileri gelir. Örneğin 2001 Uzay Macerası adlı filmin başında bir maymun bir kemiği havaya fırlatır ve kemik havada döne döne uzay boşluğunda asılı kalan bir uzay mekiğine dönüşür. Bu kısa geçiş, upuzun bir evrim ya da uygarlaşma sürecini bir kaç saniye içerisinde özetler. Ölü Ozanlar Derneği adlı filmde ise tiyatrocu olmak isteyen gencin babasının yatağa girmeden önce terliklerini düzenli biçimde yatağın kenarına yerleştirmesi, sadece babanın otoriterliği göstermekle kalmaz, otoritenin doğası ve baskıcılığı hakkında yoğun bir duygu uyandırır.
Motifler: film boyunca tekrarlanan anlamlar. Örneğin zamanın birisinin aleyhinde olduğunu göstermek için, neredeyse her görüntüde bir saate yer verilir. Thelma ve Louise filminde kaçaklık hali bize sıkça polis arabalarının görüntüye girmesiyle verilirken, erkek egemen ideolojinin heryerdeliği de dev kamyonlar ve onların korna sesleriyle anımsatılır. Motifin özelliği, filmden çıkarılacak bir ders olmaktan çok, filmin o anki dramatik yapısını yoğunlaştırmaya ya da çatışma unsurunun altını çizmeye yardımcı olmasıdır. Öte yandan motifi bazı yönetmenlerin filmlerindeki değişmez unsurlar olarak da tanımlamak mümkündür. Özellikle de Auteur'cü yaklaşım, yönetmenlerin sayısız filmlerinde tekrarladıkları bu motifleri ortaya koymakla ilgilenir. Örneğin John Ford'un filmlerindeki temel motifler bir kaç karşıtlık biçiminde özetlenebilir: Vahşi doğa/Bahçe, deneyimli ihtiyar/acemi genç, doğu/batı, kitap/silah, göçebe/yerleşik...gibi.
Howard Hawks'ın filmlerinde ise erkekler arası dostluk ve dayanışmanın vurgulanması ve idealize edilmesi filmlerinin değişmez motiflerinden bir tanesidir.